13 Nisan 2012 Cuma

Sosyal ortamlarda yer almak ayrı bir "zanaat"..





Hayatımız boyunca içinde bulunmak istediğimiz ya da istemediğimiz bir çok ortamda yer alabiliyoruz. Kimine zorunlu olarak katılmak durumunda kalıyoruz, kiminde de sosyalleşmek adına kendi hür irademizle bulunuyoruz.




Çoğu insanın "arkadaş grubu" olarak adlandırdığı, sabit kişilerden oluşan bir ortamı vardır. 
Fakat bu sabitleşme epey bir zaman alır. İlk başta iki ya da üç kişi başlayıp zamanla çoğalma gerçekleşir. Bu çoğalma asla kolay olmaz elbette. 
Grubun as üyeleri adeta bir gizli anlaşma yapmış gibi "yeni biri" ni kabul ederken ortak bir fikirde birleşmek durumundadırlar.
Tabii bu gruplara sadece, grupta yer alan bir arkadaşınız referansıyla girebilirsiniz. Başka türlü giriş yoktur. Bununla da bitmez.. 
Ortamda en sevilen, en sayılan, en sözü geçen bir "ortam ağası" vardır mutlaka. Kendinizi ona kabullendirip sevdirmek zorundasınız. Yoksa işiniz yaş.. 
Ortama girip giremeyeceğiniz, ilk günden belli olur. Bütün sözcükleriniz, bütün davranışlarınız bir bir teste tabi tutulur. Kişiler iç sesleriyle sizi onaylarlar ya da onaylamazlar. Onaylandığınız takdirde sizi o ortama götüren
arkadaşınızın koltukları kabarır. Onaylanmazsanız ezilip büzülür, hatta "bir daha getirme" uyarısını alabilir. 
Kabullenildiğinizi bir sonraki buluşmaya bir şekilde davet edilmenizle anlarsınız. Ya da gruba mensup kişiler iletişim bilgilerinize sahip olmak ister.


Ve tebrikler! ilk aşamayı böylece atlatmışsınızdır. Sonrasında birlikte vakit geçirmeye başlarsınız. "Yeni" olduğunuz için pek sık fikir beyan etmez, sessizce "yapılmak istenen" e uyarsınız. Beş kişi bile olsanız, diğer dört kişinin zevkine uymak zorundasınızdır. Farklı bir isteğinizin olması, sizin uyumsuz olduğunuzu gösterir. Yani çoğunluk fast food yemek istiyorsa, sizin yemek istediğiniz kebap ya da lahmacun aykırılıktan başka bir şey değildir. Lahmacun yeme isteğinizi içinize atmazsanız, eksi puan hanenize yazılır. 


Bu evreyi de atlattıktan sonra, sıradaki evre grup içindeki herhangi bir tartışmada nasıl bir davranış şekli sergilediğinizdir. Hiç alakanız olmadığı halde, taraf olmak durumunda kalırsınız. Fakat taraf olacağınız
kişiyi iyi seçmelisiniz. Kendinizce haklı gördüğünüzden yana değil, daha çok sevilenden, sözü daha çok geçenden yana olmanız gerekir. Yoksa ikinci eksiyi de hanenize yazdırmış olursunuz. Ve her zaman olduğu gibi eksiler artılardan daha çok dikkat çeker..
Tartışan kişilerden birisi gruptan dışlanır ve şu ana kadar esamesi okunmayan, göz yumulan tüm hataları bir bir ortaya serilir. Gruptan dışlanan kişiyi siz de hayatınızdan dışlamak zorundasınızdır. Yoksa "ikili oynuyor" olabilirsiniz.


Tüm bunları alnınızın akıyla atlattıktan sonra artık "kabul görmüş kişi" ünvanına sahipsinizdir. Ortamda yer almayan, hayatınızda yer alan başka birini yanınızda götürme hakkını elde etmişsinizdir. Fakat bu, başlı başına başka bir sorundur. Erkek/Kız arkadaşınızı, yakın arkadaşınızı ya da yanında olmasını istediğiniz bir arkadaşınızı götürdüğünüzde bu kez "referans" olan sizsinizdir ve kişinin bütün davranışlarından, cümlelerinden, tavrından siz sorumlusunuzdur. Kişi kabullenilmezse, siz de yarı dışlanmış
ve bununla birlikte iki arada bir derede kalmış durumdasınızdır. Bu evreden sonra sizi bir tercih bekler. İşin en zor kısmı da budur. Ne ilginçtir ki böylelikle tarafa göre değişen olumlu ve olumsuz düşünceler oluşur hakkınızda. Bir taraf için "sadık" öteki taraf için de "ihanet etmiş".. 




Arkadaş ortamının bir alt kategorisinde, kişi sayısı 5o ve üzerinde olan, keyfine göre herkese açık ortamlar yer alır.
Bu ortamlar genelde ortak bir paydada, ortak bir hobide, meslekte ya da 
düşüncede birleşmiş, genellikle öncesinde sanal platformlar üzerinden iletişim halinde olan insanlardan oluşur. Bu büyük ortamlara girebilmek gayet kolaydır. Elinizi kolunuzu sallamak suretiyle girebilirsiniz. Fakat iç yapısına baktığımızda kendisini fikren, ilmen, zihnen yakın hisseden kişilerden oluşmuş "kapalı" olarak tabir edebileceğimiz küçük grupçuklar gözlemleriz. Zor olan grupçuklarda yer alabilmektir.


Kıyasıya bir rekabete sıkça rast gelebileceğimiz bu tür topluluklarda, ortak payda sadece zevkler olduğundan arkadaş gruplarında olduğu gibi "sevgi" pek de söz konusu değildir. Çoğu kişi birbirini sevmez. Sadece seviyormuş gibi yapar. 
"Hesapta saygı" esastır. Bu yüzden bir çok insanın yüzünde maskeleri vardır ve ortam içinde bulunduklarında asla o maskeyi çıkarmazlar.
Hele grup yöneticisi konumunda olan kişi ya da kişilere çeşitli taktiklerle yanaşıp, üstüne üç beş ölçek yalakalık, bir tutam iltifat  eklediğinizde, istediğiniz düdüğü çalıp, dilediğiniz havada oynayabilirsiniz.
Bu toplulukların olmazsa olmazı "dedikodu" dur. Yeni girmiş olsanız bile insanların birbiri hakkında konuştuğuna kulak misafiri olmak zorunda kalırsınız. Her ne kadar dışında kalmak isteseniz de zorla içine çekilirsiniz. Murathan Mungan'ın ifadesiyle: "Ya dışındasındır çemberin, ya da içinde yer alacaksın..




Bir alt kategoride ise Bunun geçici olarak yer almak durumunda kaldığınız daha da büyük ortamlar yer alır. 
Kalıcılığınız geçici olduğundan endişeye gerek yoktur. Fakat kaldığınız süre boyunca herkesle bir şekilde iletişim halinde olmak durumundasınızdır.
Baştan aşağı süzülürsünüz . Kıyafetiniz, ayakkabınız, kullandığınız telefonun modeli, saçınızın rengi, kilonuz, boyunuz ayrı ayrı irdelenir ve incelenir. Hakkınızda çeşitli fısıldamaları fark edip, duymazdan gelirsiniz ki benim gibi bünyeler için en zor olanı da budur. Kısa süreli toplanmalar olduğundan tepkilerinizi içinizde tutabilirsiniz. Nasıl olsa o insanları bir daha görmek zorunda değilsinizdir.




Ve son kategoride de içinde bulunulan süre esnasında bana göre en tehlikeli ortamlar olan "Eski dostlar (!)" ile bir araya gelinen toplaşmalardır. 
Bunlar yılda alemde bir gerçekleşir. Genelde lisenin pilav günü, mezunlar buluşması olarak adlandırılsa da düpedüz "işte intikam anı" dır. Her türlü laf sokma, minimum iltifat, maksimum sataşmanın yer aldığı, haset, rekabet, küçük düşürmeye çalışma hareketlerinin had safhada bulunduğu ortamlardır. Zaten insanlar gerçekten sevdiği ve vakit geçirmekten zevk aldığı kişilerle yıllar geçse de üstünden bir şekilde iletişim halindedirler.
Bu ortamlarda yer alan bireylerle sadece yılda bir görüştüklerine göre vardır bir hikmet. 
Herkesin yüzünde "eee ne başardın bakalım?" ifadesi mevcuttur. 


Yıllar önce okul sıralarında kombine bir yaşam sürerken istemeden birinin size uyuz olmasını sağlamışsınızdır. Ya sınavda kopya vermemiş, ya kendisinden daha yüksek not almış, ya sınıf başkanı olmuş,  ya okul korosuna seçilmiş, ya da beden eğitimi dersinde daha iyi çift takla atmış olabilirsiniz. Bunların hepsi birer  "uyuz olma" sebebidir. Ve aradan uzun zaman da geçse "uyuz olunan unutur, uyuz olan unutmaz!". 


"Ne başardın?" diyen gözlerin dışında bir de soran sözler mevcuttur. Bu diyolaglar genelde "iltifatlı hakaret" olarak gelişir: 


- Eeee sen çok iyiydin okulda, iyi bir şey olmanı beklerdik.. 
- Ne gibi iyi? (İç ses: Kaç kişiyle beklerdiniz ki? Kaç kişinin umudunu yıktım bilmeden?)
- Doktor, avukat gibi falan..
- Yaa evet, olamadım.. (İç ses: Olmak istedim mi ki? Beklerken bana sordunuz mu acaba? Doktorluk ya da avukatlık bana göre iyi bir şey mi?)
- Hııı..
- Eee sen ne işle uğraşıyorsun peki? (İç ses: Benim senden şahsen bir beklentim yoktu ama, laf olsun diye sorayım)
- Kendi işimi yapıyorum ben.. Evlenmedin mi peki (İç ses: Ailem bastı parayı bana iş kurdu. Bari paralı bir koca bulaydın!)
- Yok..(İç ses: Offf offf sizin kafanıza ulaşmak için ne yapmam lazım, öğrenemedim ki.. İstesem de yapamam ki.)




Bütün bunların sonucu olarak, sosyal ortamlarda yer almak ayrı bir zanaattır diyebilir miyim? Evet, diyebilirim bence..


Hani soruyoruz ya gitgide neden bu kadar yalnızlaşıyoruz, neden asosyal bir toplum olma yolunda ilerliyoruz diye. Belki de bu sebeplerdendir. 


En iyisi biz yalnız kalmaya devam edelim. Belki mutsuz oluruz, üzgün oluruz ama en azından kendimiz olabiliriz. İç sesimizle konuşuruz, dış sesimizle değil..



Ve bütün bunların içinde yatan, "sevilme, toplumda kabullenilme isteği" sadece. Karşıdan gayet masum bir istek gibi dursa da bazen çok kolay, bazen de en zoru.



Eğer ki yanında iç sesinizle çekinmeden konuştuğunuz "biri" varsa sıkı sıkı tutup bırakmamalı hiç..


Eğer "birileri" varsa da kendini dünyanın en mutlusu saymalı insan...



2 yorum:

  1. blogunu yenı kesfettım takıpteym. benımkıne de beklerım :) sevgılerrrrr...

    http://zeysfashionroom.blogspot.com/

    YanıtlaSil
  2. OOOooo :) bu harika olmuş ama... Manifestooo :)

    YanıtlaSil